Bilgisayar mühendisi Kerim Suner, içindeki sesin peşinden gidip dünya üzerinde nadir uygulanan bir fotoğraf tekniğini Türkiye’de uygulamaya başladı. Tarihî bir teknik bu; yapmak istediğiniz fotoğraf ne kadar büyükse, fotoğraf makinesinin de o kadar büyük olması gerekiyor ve bu maceranın ucu kamyonetten bozma fotoğraf makinesine kadar gidiyor.
Fotoğraf ve karanlık oda yolculuğunuz nasıl başladı?
Karanlık oda hikâyem 1980’lerde lise öğrencisiyken usta bir fotoğrafçı olan edebiyat öğretmenimiz sayesinde başladı. Daha sonra üniversite, iş hayatı derken devam ettirme imkânım olmadı. Ancak fotoğrafa ilgim hep devam etti; yanımda her zaman bir fotoğraf makinesi bulundurdum. Yıllar sonra internette izlediğim bir video beni tekrar karanlık odaya döndürdü. O günden beri tarihte geri giderek 1851 yılına kadar geldim.
İlk makinenizi kim almıştı?
İlk fotoğraf makinemi annem aldı. Hâlâ durur. Dijital makineler gelişmeye başladığında çok heyecanlandım. Bilgisayar mühendisi olduğum için doğal yaşam ortamım dijital dünya zaten. İlk dijital makinem 1 megapiksellik bir makinedir, onu da saklıyorum. Oğlum doğduktan sonra fotoğrafla olan ilişkim yeniden canlandı. Tam o vakitlerde de dijital fotoğraf teknolojisi ilerleme kaydediyordu. Deli gibi fotoğraf çekmeye başladım. Oğlum yaklaşık beş yaşındayken bir baktım ki bilgisayarımda sadece oğluma ait 30 bin fotoğraf vardı! Ancak elimde tutabileceğim bir tane dahi doğru düzgün fotoğrafı yoktu. Bunun üzerine her sene için yaklaşık ikiyüzelli fotoğraf seçerek bunları siyah-beyaz işleyip basmaya karar verdim. Fotoğraflar ekrandan kâğıda geçmeye başladıkça karanlık odada baskı yaptığımız günleri hatırladım ve o günleri çok özlediğimi fark ettim. Lise yıllarında kullandığım fotoğraf makineme tekrar film takarak yeniden analog fotoğrafçılığa dönüş yaptım. Aradan geçen yıllar içinde film bulmak da, çektiğim filmlerin banyosunu yaptırmak da zorlaşmıştı. En sonunda kendi filmlerimi kendim yıkamaya karar verdim ve adım adım her işi kendim yaparak filmi bile kendim üretmeye başladım.
Bugün sohbetimize konu olan esas teknik Islak Kolodyum (Wet Collodion) fotoğrafçılık tarihindeki ilk üç yöntemden biri. Bu tekniği tercih etme sebepleriniz nelerdir?
Aslında düşünerek yaptığım bir tercih değildi, hatta çoğu zaman “Ben onu seçmedim, o beni seçti” derim. Tekrar analog fotoğrafla uğraşmaya başladığımda farklı videolar izlerken wet collodion tekniğiyle çalışan bir fotoğrafçıya rastladım. Tarihi teknikleri sadece ismen biliyordum, bizzat uygulanışını hiç görmemiştim. O video beni çok etkiledi. Fotoğrafçı, fotoğrafın ortaya çıkma sürecinin her aşamasında bizzat ellerini kullanarak yer alıyor, hatta bir aşamada fotoğraf makinesinin parçası haline geliyordu. İnanılmaz bir şey. Bu kadar ilham verici biri olamaz dedirtti bana. Türkiye’de tanıdığım kimsenin bu teknikten haberi yoktu ama ben öğrenmek istiyordum. Birkaç ay sonra videodaki fotoğrafçı Ian Ruhter’ın Amerika’da çölün ortasındaki Palm Springs kasabasında workshop düzenlediğini öğrendim ve katılmaya karar verdim. Sürreal bir deneyimdi, bütün katılımcılar o videoyu izledikleri için gelmişlerdi, tuhaf bir ekipti, aktör Gary Oldman da katılımcıların arasındaydı. Orada, ömür boyu fotoğrafla, özellikle tarihi tekniklerle uğraşmaya karar verdim.
Bu tekniği, fotoğraf bilgisi olmayan okurlarımız için de açarak anlatabilir misiniz?
Cam veya parlak siyah bir metal plakayı ana maddesi kolodyum olan kendi hazırladığımız kimyasal karışım ile kaplayıp, gümüş nitrat banyosunda bekleterek ışığa hassas hale getiriyoruz. Böylece cam veya metal plakanın üzerinde el yapımı bir film tabakası oluşuyor. Bugün kullandığımız analog filmin en primitif hali bu. Bir sonraki aşamada bu plakayı kameranın içine yerleştirip pozluyoruz. El yapımı filmin ışık hassasiyeti çok düşük olduğu için pozlama ışık şartlarına bağlı olarak birkaç saniye sürüyor. Daha sonra karanlık odada geliştirici ve sabitleyici banyo işlemlerine tabi tutarak, plakanın üzerinde görüntüyü oluşturuyoruz. Son aşamada yüzde yüz saf gümüşten oluşan bu fotoğrafın zaman içinde bozulmaması için eski formüllere göre elde hazırlanan bir vernikle kaplanması gerekiyor. Bu şekilde koruma altına alınan fotoğraflar çok uzun yıllar hiç bozulmadan ilk günkü görünümünü koruyabiliyor.
Peki, kâğıda basma imkânı var mı?
İlk aşamada siyah cam veya metal yerine şeffaf cam kullanmamız durumunda zaten cam üzerinde negatif görüntü meydana geliyor. Vernikleme aşamasından sonra iki seçeneğimiz var: ya bu camın bir yüzünü siyah bir madde ile (ben asfalt kullanıyorum) kaplayarak pozitif bir plaka elde edebiliriz; ya da elimizdeki cam negatifi kullanarak yine tarihi baskı yöntemleri ile kâğıt üzerine pozitif baskılar üretebiliriz. Günümüzde dijital fotoğraflardan da asetat üzerine negatif alarak tarihî yöntemlerle kâğıda basmak mümkün. Bu iki tekniği birleştirmekten de hoşlanıyorum.
Bir bilgisayar mühendisi olarak eski teknik kullanmayı tercih etmeniz enteresan. Dijitalden buna yönelme nedenleri neler?
Peşinden gitmeme sebep olan şey bana hissettirdiği. Şunu da söylemek isterim ki, dijitali reddetmiyorum. Kendi kullanım alanı içinde dijitale de ihtiyacımız var. Kolaylık, zaman ve görüntü kalitesi açısından tabii ki kullanmalıyız. Ben bunu yelkenliye benzetiyorum. Eskiden yolcu taşıması, yük taşıması hepsi yelkenlilerle yapılıyordu. Günümüzde yük ve yolcu taşımak için tankerler, şilepler ve büyük yolcu gemileri kullanıyoruz ama keyif almak için hala yelkenliye biniyoruz.
Bir de analog fotoğrafın kelimelerle anlatılamayan ve insanı içine çeken bir yönü var ki ben bunu insanın analog bir varlık olmasına bağlıyorum. Analog müzik için de bu geçerli.
Yaratım sürecinin tümüne dahil olmanın ve yoktan var etmenin cazibesi mi?
Kötü anlamda söylemiyorum ama dijitalde işin çoğunu başkaları yapıyor. Elde ettiğimiz sonucun kalitesine etki eden fotoğraf makinesinden yazıcıya bütün cihazları ve yazılımları göz önüne getirin. Bunlardan herhangi biri bugünkü düzeyine ulaşamamış olsaydı bugün elde ettiğimiz kalitede dijital fotoğraflar elde edemeyecektik. Photoshop filtresi yazan bir firmanın kapanması bile fotoğrafçılar arasında paniğe neden olabiliyor. Bir de bütün bu sistemleri bugünkü seviyesine getirebilmek için çalışmış ve çalışmakta olan insanları düşündüğü zaman insan ister istemez “bir fotoğrafı kaç kişi yapıyor?” diye soruyor.
Benim uğraştığım tarihi yöntemlerde ise tek başınızasınız, her şey fotoğrafçının elinde ve kontrolünde. Sabrı olan, seven için mükemmel. Bazen çok emek sarf ediyorsunuz, olmuyor; bıkmamak, devam etmek gerekiyor. Sanırım bu zorlayıcılık da cazip kılıyor.
Objektif topluyorsunuz, antika objektif koleksiyonunuz var. Makinenizi siz mi yaptınız? Fotoğrafçı için bu önemli mi?
Koleksiyonum var. Ama aslında bu, koleksiyon olsun diye değil, ihtiyaçlar doğrultusunda ilerliyor. Yani hepsini kullanmak için alıyorum. İyi, sağlam objektif bulunca almak lazım. Makinemi kendim yapmadım, yapanlar var, zor değil. Burada önemli olan objektif. Fotoğraf makinesi olarak içine ışık girmeyen bir kutu olması ve netlemeyi sağlayabilmek için objektifi monte ettiğimiz bölümün ileri geri hareket edebilmesi yeter. Taşımasının kolay olması da önemli tabii. Antika makinem de var ama kullanımı daha rahat olduğu için genellikle fiber karbondan imal edilmiş modern bir makine kullanıyorum.
Bu kadar teşkilatlı dışarı çıkmanın zorlukları neler? Çekim yerinde şartların olgunlaştırılması nasıl gerçekleşiyor?
Karanlık oda yanınızda olacak! Eskiden benim büyük bir valizim vardı, belime kadar içine girip karanlık kutu olarak kullanabiliyordum. Diğer çözüm çadır. Donmuş gölde balık çekenlerin çadırlarından kullanıyoruz, pratik oluyor. Ben şu anda dışarı çıkarken bir Doblo’ya sığıyorum. Malzeme listesi çok mühim. Bir kere Şile’ye gittik, o çekimden sonra listeye bitkisel sakinleştiriciyi de ekledim. Tripodun kafasını unutmuşuz! Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Orada fotoğrafçılar var, aradık çıkar mı uygun bir şey diye, lakin denk gelmedi. Balık yiyip döndük!
Dış çekimlerde farklı yorumlarla ya da ilginç tepkilerle karşılaşıyor musunuz?
Çok ilgiye maruz kalıyoruz. İstiklal Caddesi’nde çekim yaptığımız bir gün o kadar çok insan gelip fotoğraf makinemizin yanında hatıra fotoğrafı çektirdi ki bir türlü işimize odaklanamadık. Bazı projeler için izin almak gerekiyor, işte burada zaman zaman zorlanabiliyoruz. Fakat her seferinde dış mekanlarda çok keyif alarak fotoğraf çektim.
Bu teknikle en çok ne tarz çekimlerde tatmin oluyorsunuz?
Ben özellikle uzun soluklu projelerden keyif alıyorum. Portrelerden oluşan son sergim “Ruh Parçaları”nın çekimi üç yıla yakın sürdü. Bunun yanında beş yılından bu yana devam ettiğim “Calculus” serisi var. Antika mekanik cihazlar, özellikle hesap makineleri beni çok heyecanlandırıyor. Onların hem koleksiyonunu yapmaya çalışıyorum, hem de el yapımı fotoğraflarını yapıyorum. Böylece bir şekilde bugün hayatımızın her alanına giren dijital teknolojilerin unutulmuş analog atalarını, yine unutulmuş fotoğraf teknikleri ile günümüze taşımaya çalışıyorum.
Özel portre çekimleri yapıyor musunuz, yani verdiğiniz böyle bir hizmet var mı?
Üç yıl önce kurduğum 1851.studio’da özel portre çekimleri yapıyoruz. Geçtiğimiz dönemde Devrim Erbil’in 50. sanat yılı için hazırlanan çok özel bir kitabın portre çekimlerini gerçekleştirdik. Aralarında Metin Akpınar, Sunay Akın, Mario Levi, Yalın Alpay, Müfit Can Saçıntı ve Deniz Bayramoğlu’nun da bulunduğu yirmi yazar, Uğur Batı ve Gülşah Elikbank’ın editörlüğünde, Devrim Erbil’in eserleri üzerine kısa hikayeler, şiirler yazdılar. Devrim Erbil’in eserleri ve kitapta yer alan yazarların Islak Kolodyum portreleri ile disiplinler arası bir kitap ortaya çıktı.
Her fotoğrafçının kendine ait bir tanımı olur. Sizin fotoğrafla ilişkinizin tanımı nedir, ilişkinizi nasıl tanımlarsınız?
Ben öyle bir tanım düşünmedim. Fakat bir fotoğrafçının sözünü hatırlıyorum: “Sadece fotoğrafta nasıl görüneceğini merak ediyorum.” Sanırım bunu söyleyebilirim.
Bu tekniğin her aşamasında kullanılan farklı madenlerin, kimyasalların doğaya ve fotoğrafı evine asacak insana zararı var mı? Banyoda maskeyle çalıştığınız anlar oluyor, ne için?
Duvara astığınız aşamada sıkıntı yok. Fotoğrafın oluşum sürecinde özellikle karanlık odada kimyasallarla uğraşırken dikkatli olmamız gerekiyor. Yine de kullandığımız kimyasalların çok büyük bir kısmı mutfağımızdaki temizlik malzemelerinden daha zararlı değil.
Cep telefonlarının fotoğraf makineleri için ne diyorsunuz? Fotoğrafın bu kadar yaygınlaşması ve kolaylaşması bu sanat için faydalı bir ilerleme mi olacak?
Bu soruyu çok duyuyorum. Mobil fotoğrafçılık mükemmel bir şey. Hep sorulur ya en iyi fotoğraf makinesi hangisidir diye, yanınızda olandır. Cep telefonu hep yanımızda. Cep telefonunda yazılım ve yapay zeka ön planda, her şeyi telefon yapıyor. Yazılımın bu kadar önde olması beni biraz rahatsız etse de, tabii ki kullanıyorum.